
Sen miydin o, yalnızlığım mıydı yoksa
Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
Dilimizde akşamdan kalma bir küfür
Salonlar piyasalar sanat–sevicileri
Derdim gülüm insan arasına çıkarmaktı seni
Yakanda bir amonyak çiçeği
Yalnızlığım benim sidikli kontesim
Ne kadar rezil olursak o kadar iyi
Kumkapı meyhanelerine dadandık
Önümüzde Altınbaş, Altın Zincir, fasulye pilakisi
Ardımızda görevliler, ekipler, Hızır Paşalar
Sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
Öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
Çöpçülerin elleriyle okşardım seni
Yalnızlığım benim süpürge saçlım
Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
Baktım gökte bir kırmızı bir uçak
Bol çelik bol yıldız bol insan
Bir gece Sevgi Duvarını aştık
Düştüğüm yer öyle açık öyle seçik ki
Başucumda bi sen varsın bi de evren
Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi
Can Yücel
Kiraz mevsiminde rakı içmedim
Yatmadım olmadık kuytuluklarda
Serumlarla doldur boşalt yaparken bedenim
Bekledim sessizce gönlümün ücrâlarında
Dünyaya yine de bir ağırlıkmış hacmim
İzmit'te bir sevgili, ölüm oruçlarında iki çocuk yitirdim
Ne ilgisi var, Türkiye buralar
Alnımı toprağa yapıştırıp yürüdüm
Şairler, hükmüm bir kör tırnak kadar
Kalksam attığım her adım kan kuyusu
Otursam sağım solum uçurum
Kimyama derbeder hayatlar karışıyor
Ölsem sanki buğum camlarda yaşıyor
Kiraz mevsiminde rakı içmedim
Demek ki İstanbul bana böyle yakışıyor..
Ahmet Erhan
http://www.everestyayinlari.com/kitaplar.asp?b=119

Rakı üretiminin özelleştirilmesi ilk başta muhafazakar rakı içicilerinin keyfini kaçırdı. Akşamcılar art arda çıkan yeni rakı markalarını deneyerek kendi damak tadına en uygunu aradı. Çeşit arttıkça rakı sofralarının ‘birlik ve beraberliği’ bozuldu.
Ancak üreticiler arasındaki rekabet rakıseverlere yeni şişelerin, yeni tadların dışında da sürprizler yapıyor.
Bu hoş sürprizlerden biri Yeni Rakı’nın üreticisi Mey İçki’den geldi: Büyük marketlerde Yeni Rakı alanlara hediye edilen bir meze kitabı...
Ancak bu meze kitabı diğerlerinden hayli farklı. Ahtapot salatasından mücvere, pilakiden babagannuşa kadar rakı sofralarını zenginleştiren mezeler şiirsel bir dille akşamcılara sunuluyor.
Örneğin ahtapot salatası şöyle anlatılıyor bu kitapta:Zordur yarım kilo ahtapotu temizlemek çoktur kolu,
İyisi mi balıkçı temizlesin, o bilir en iyi yolu.
Suya bir fincan sirke katıp yirmi dakika haşlayın ahtapotu iyice,
En iyisi düdüklüde haşlamak, çanka düdüğü öter ahtapot pişince.
Rafineri Ajans’a hazırlatılan bu minik kitapta anlatılan her mezenin fotoğrafları da yer alıyor. 70 mezenin yer aldığı kitap, insanı bir an önce bu nefis mezeler eşliğinde buzlu rakı içmeye kışkırtıyor...
"Rakıyı bırakmak için 10 altın neden" sıralamama kızan rakıcılar, "niçin rakıda ısrar ettiklerini, şarap içmediklerini" 10 maddede sıralıyorlar.
İşte rakıdan vazgeçmemelerinin bahaneleri ve benim parantez içindeki yorumlarım...
1. "Rakıcıların tat alma duygusu sert alkolden dolayı harap olur" iddianız yanlış. Çoğu rakıcı Tekirdağ’dan gelen rakıyı bir yudumda tanır. Damak zevki bu kadar incedir.(Bektaşi meyhaneciden şarap istemiş. Meyhaneci "İki şarabım var, birer ufak maşraba tat, beğendiğinden bir testi vereyim" demiş. Bektaşi birinci maşrapadan bir yudum almış, "Öbürü daha iyi, ondan ver" demiş. Meyhaneci "Yahu birader, öbürünü tatmadın ki! Onun daha iyi olduğunu nereden anladın?" diye tepki gösterince de, lâfı gediğine oturtuvermiş: "Bundan berbat olamaz da ondan..." Rakıcılarınki de o hesap, bazı rakılar o kadar berbat, ispirto gibi oluyor ki, Tekirdağ’ın biraz düzgün rakısı hemen fark ediliyor. Yoksa rakı içenin damak zevki inceliğinden değil!)
2. Şarabı yemeğe uygun seçmek çok zor. Bilen ukalâlık taslıyor, bilmeyen hor görülüyor. Bir Sarafin Cabernet Sauvignon ısmarlayın bakalım. "Associates Press"i telâffuz etmek bile daha kolay. Rakıda ise "Rakı getir" diyorsunuz, siparişi çok kolay.(Burada haklısınız. Ama bu rakının zenginliğini değil, tekdüzeliğini gösteriyor. Memleketin her yerinde, her an hep aynı içki! Çok mu iyi bir şey acaba?.. Telâffuza gelince, şarabı üretenlerin kabahati. Toplumu eğitmezlerse, tanıtım ve eğitime para harcamazlarsa şarap ısmarlamak bile işkence olabilir!)

3. Şarabın şişesi açıldığında bozuk çıkma ihtimali var. Rakının ise yok, rakı her zaman sağlam, demir gibi!(Burada da haklısınız. Şarabı üretenler adam gibi mantar kullanmaz, şarap depolarına özen göstermez, satış noktaları ve lokantaları denetlemezlerse, olacağı budur. Yine de iyi bir şarabın tadını keşfetmek için bu riske değer bence...)
4. Şarap, içindeki alkol oranına bakıldığında, rakıya göre daha pahalı.(İçkiyi "alkol" olarak değerlendiriyorsanız, doğru. Ama bir 35’lik şarapla iki duble rakılık sürede sofrada kalabilir, aynı harcamayı yapabilirsiniz. Ayrıca az alkollü içiniz, toplumumuz ve özellikle kadınlar fazla içenlerden çok çekiyor!)
5. Hazım başladıktan sonra şarap içilmez. Onun için şarap masasında muhabbet ancak ana yemek servisi kaldırılıncaya kadar sürer. Rakı masasında ise otur oturabildiğin kadar.(Ne kadar yanlış! En iyi dijestif içkiler, konyaklar, armanyaklar, porto şarapları hep şaraplı yemeklerin ardından içilir, icabında yanında puro bile yakılır. İçki konusunda kitap yazmaya kalkanların bunu bilmemesi ayıp doğrusu. Asıl şaraplı sofra uzun sürer, hem de sarhoş etmez...)
6. Sürekli olarak şarapla birlikte antre - ana yemek - tatlı şeklinde yemek yemek şişmanlatır.(O kadar yemeyin efendim! Şarapla illa böyle yemek yenir diye bir kural yok ki! Nasıl bir elmayla bir ufak rakı içenler varsa, yarım şişe şarabı da iki dilim peynir-ekmeği meze yapıp içebilirsiniz.)
7. Şarap sofraları kibirli, karşılıklı göz süzülen sofralardır. Rakı sofrası ise kalender muhabbet sofrasıdır.(Siz çok Amerikan dizisi seyretmişsiniz. Şarap halk içkisidir, Avrupa’da kafede de, "bistro" denilen meyhanede de, barda da şarap içilir. Niye şarabı lüks bir imaja oturtmaya çalışıyorsunuz? Şaraptan bu kadar korkmayın.)
8. Rakı sofradan kadını kaçırmaz, bilâkis rakı muhabbetine bayılan, iyi de katılan kadınlar vardır.(Vardır ama azdırlar. Çoğu da erkeklerin egolarını parlatarak ya da "bitirim takılarak" o sofrada otururlar. Balkonlarında rakı içen "beylerine" mezelerini hazırladıktan sonra içeri kaçıp TV karşısında çay içen kadınlar ne oluyor? Yumuşacık iki kadeh şarap içilse o hanım içeri kaçar mıydı mutlaka?)
9. Rakının mezeleri güzel, şarapla aynı tadı vermez.(Doğru ama rakı içen de şarabın güzel mezelerini kaçırıyor. Rokfor, Parmesan gibi peynirler, İtalyan jambonu, Macar salamı gibi leziz şarküteri ürünleri de rakıya uymuyor!)
Mehmet YALÇIN http://www.turkishpub.com/raki/raki_sarap.asp
"Rakıyı bırakmak için 10 altın neden" sıralamama kızan rakıcılar, "niçin rakıda ısrar ettiklerini, şarap içmediklerini" 10 maddede sıralıyorlar.
İşte rakıdan vazgeçmemelerinin bahaneleri ve benim parantez içindeki yorumlarım...
1. "Rakıcıların tat alma duygusu sert alkolden dolayı harap olur" iddianız yanlış. Çoğu rakıcı Tekirdağ’dan gelen rakıyı bir yudumda tanır. Damak zevki bu kadar incedir.(Bektaşi meyhaneciden şarap istemiş. Meyhaneci "İki şarabım var, birer ufak maşraba tat, beğendiğinden bir testi vereyim" demiş. Bektaşi birinci maşrapadan bir yudum almış, "Öbürü daha iyi, ondan ver" demiş. Meyhaneci "Yahu birader, öbürünü tatmadın ki! Onun daha iyi olduğunu nereden anladın?" diye tepki gösterince de, lâfı gediğine oturtuvermiş: "Bundan berbat olamaz da ondan..." Rakıcılarınki de o hesap, bazı rakılar o kadar berbat, ispirto gibi oluyor ki, Tekirdağ’ın biraz düzgün rakısı hemen fark ediliyor. Yoksa rakı içenin damak zevki inceliğinden değil!)
2. Şarabı yemeğe uygun seçmek çok zor. Bilen ukalâlık taslıyor, bilmeyen hor görülüyor. Bir Sarafin Cabernet Sauvignon ısmarlayın bakalım. "Associates Press"i telâffuz etmek bile daha kolay. Rakıda ise "Rakı getir" diyorsunuz, siparişi çok kolay.(Burada haklısınız. Ama bu rakının zenginliğini değil, tekdüzeliğini gösteriyor. Memleketin her yerinde, her an hep aynı içki! Çok mu iyi bir şey acaba?.. Telâffuza gelince, şarabı üretenlerin kabahati. Toplumu eğitmezlerse, tanıtım ve eğitime para harcamazlarsa şarap ısmarlamak bile işkence olabilir!)

3. Şarabın şişesi açıldığında bozuk çıkma ihtimali var. Rakının ise yok, rakı her zaman sağlam, demir gibi!(Burada da haklısınız. Şarabı üretenler adam gibi mantar kullanmaz, şarap depolarına özen göstermez, satış noktaları ve lokantaları denetlemezlerse, olacağı budur. Yine de iyi bir şarabın tadını keşfetmek için bu riske değer bence...)
4. Şarap, içindeki alkol oranına bakıldığında, rakıya göre daha pahalı.(İçkiyi "alkol" olarak değerlendiriyorsanız, doğru. Ama bir 35’lik şarapla iki duble rakılık sürede sofrada kalabilir, aynı harcamayı yapabilirsiniz. Ayrıca az alkollü içiniz, toplumumuz ve özellikle kadınlar fazla içenlerden çok çekiyor!)
5. Hazım başladıktan sonra şarap içilmez. Onun için şarap masasında muhabbet ancak ana yemek servisi kaldırılıncaya kadar sürer. Rakı masasında ise otur oturabildiğin kadar.(Ne kadar yanlış! En iyi dijestif içkiler, konyaklar, armanyaklar, porto şarapları hep şaraplı yemeklerin ardından içilir, icabında yanında puro bile yakılır. İçki konusunda kitap yazmaya kalkanların bunu bilmemesi ayıp doğrusu. Asıl şaraplı sofra uzun sürer, hem de sarhoş etmez...)
6. Sürekli olarak şarapla birlikte antre - ana yemek - tatlı şeklinde yemek yemek şişmanlatır.(O kadar yemeyin efendim! Şarapla illa böyle yemek yenir diye bir kural yok ki! Nasıl bir elmayla bir ufak rakı içenler varsa, yarım şişe şarabı da iki dilim peynir-ekmeği meze yapıp içebilirsiniz.)
7. Şarap sofraları kibirli, karşılıklı göz süzülen sofralardır. Rakı sofrası ise kalender muhabbet sofrasıdır.(Siz çok Amerikan dizisi seyretmişsiniz. Şarap halk içkisidir, Avrupa’da kafede de, "bistro" denilen meyhanede de, barda da şarap içilir. Niye şarabı lüks bir imaja oturtmaya çalışıyorsunuz? Şaraptan bu kadar korkmayın.)
8. Rakı sofradan kadını kaçırmaz, bilâkis rakı muhabbetine bayılan, iyi de katılan kadınlar vardır.(Vardır ama azdırlar. Çoğu da erkeklerin egolarını parlatarak ya da "bitirim takılarak" o sofrada otururlar. Balkonlarında rakı içen "beylerine" mezelerini hazırladıktan sonra içeri kaçıp TV karşısında çay içen kadınlar ne oluyor? Yumuşacık iki kadeh şarap içilse o hanım içeri kaçar mıydı mutlaka?)
9. Rakının mezeleri güzel, şarapla aynı tadı vermez.(Doğru ama rakı içen de şarabın güzel mezelerini kaçırıyor. Rokfor, Parmesan gibi peynirler, İtalyan jambonu, Macar salamı gibi leziz şarküteri ürünleri de rakıya uymuyor!)
Mehmet YALÇIN http://www.turkishpub.com/raki/raki_sarap.asp
Kreta und sein Nationalgetränk. Eine Einführung.
Sedones 2, Mähringen 1999
ISBN 3-9806168-2-7
72 Seiten
Abb. und Fotos
9,80 EUR

Was der Ouzo für das übrige Hellas, das ist der Raki für Kreta. Das kretische Nationalgetränk unterscheidet sich geschmacklich deutlich vom griechischen Ouzo: Raki ist kein Anis-, sondern ein Weintresterschnaps und läßt sich noch am ehesten mit dem italienischen Grappa vergleichen. Seit Jahrhunderten wird Raki, dessen altkretischer Name Tsikoudia lautet, in unzähligen kleinen Brennereien auf dem Lande auf traditionelle Art und Weise hergestellt.
Das Büchlein möchte in die alte Raki-Kultur Kretas einführen, zu der neben den historisch gewachsenen Kenntnissen über die Destillation von Raki auch die alltäglichen Formen seines Verbrauchs - als Getränk, als Medizin - sowie seine symbolische Verdichtung in der Kunst gehören.
http://www.kreta-buch.de/sedones2.html
"Amanda Fatmam,
Canım gülüm Fatmam
Ben rakıya su katmam
Sen katar isen ben içmem
Ben Fatma'mdan vazgeçmem "Eskiden rakı “leylek boynu” denilen kadehlerde sek olarak, ardından bir yudum su alınarak içilirmiş. Günümüzde ise genellikle “limonata bardağı” da denilen bardaklarda içine su karıştırılarak içiliyor. Ender olarak da ince belli çay bardağı “istikan”da tercih edilmektedir. Rakının soğuk içilmesi gerektiği hemen herkes tarafından kabul görmüştür. Bu noktadaki ayrılık ise rakıya buz konup konmaması aşamasında ortaya çıkıyor.

Günümüzde sayıları daha az olan rakıyı sek içenler, rakıyı şişesiyle soğutup (hatta bardağını da ayrıca soğuturlar) yanında yine soğuk ya da buzlu su ile içerler. Rakıyı içine su katıp içenler ise, genelde buz da ilave ederler. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, bardağa rakıyı koyduktan sonra su koymadan buz atmamak gerektiğidir. Buz ile ani temas rakının içindeki üzüm ve anason aromasını veren maddelerin kristalleşmesine ve rakının tadının bozulmasına yol açar. Rakıya su ilave edildikten sonra buz atılması bu durumu daha aza indirir, fakat yine de engellemez. Rakıyı sek fakat içinde buz ile içmek sadece acemilere mahsustur. Rakıya buz atmanın bir sakıncası da, buzun yavaş yavaş eriyip, alınan ilk yudum ile son yudum arasında bazen çok büyük lezzet farklılıkları oluşturmasıdır. İşin uzmanları, “En güzeli yine de rakıyı şişesiyle iyice soğutup, içine su ilave edilecekse bu suyu da soğutarak ve yanında buzlu su ile içmektir” derler.
Rakı, yemek öncesi ve sonrası da içilebilen bir içkidir. Ama bize göre en yakışanı, mezesi ile birlikte yavaş yavaş, sindire sindire içilmesidir. Mideye ve beyne beklenen etkiyi yaptıktan sonra, insan keyiflenir ve güzel sohbetlere koyulur. Hem dinler hem anlatır.
Rakı sofrası, efkarların dağıtıldığı, sevincin ve hüznün paylaşıldığı, zaten temel ilkesi “her şeyi paylaşmak” olan, insanın kendisi ile yüksek sesle düşünerek hesaplaştığı bir ortamdır. Unutulmamalıdır ki rakı sofrası ölçünün asla kaçırılmadığı bir “cemiyet” ortamıdır.
...Rakı sofrasında “demlenmek” ile “sarhoş olma”yı birbirinden ayırt edebilmek gerekir. Bu yüzden rakı içmek özen gerektiren bir iş olduğundan, sadece “içmesini bilenle” içilmelidir ki burası çok önemlidir! Aksi halde keyif eziyete, sefa cefaya dönüşür...Çünkü kendini bilmeyen sarhoşu avutmak dünyanın en berbat işidir. Kemal Tahir ustamız der ki, “Rakı içen herkes kendi ayarını kesinlikle bilir”.
Rakı içerken tadında bırakmayı bilirseniz, ömre bedeldir, en başta da vurguladığımız gibi âb-ı hayattır, yani yaşam kaynağıdır.
Neyzen’e sormuşlar, “Üstat rakı nasıl içilir?” diye...Cevabı kısa olmuş: “Adam gibi”!
A.Nedim ATİLLA İlkçağdan Günümüze RAKI
http://sosyalayrintilar.org/article.asp?a=191
"Amanda Fatmam,
Canım gülüm Fatmam
Ben rakıya su katmam
Sen katar isen ben içmem
Ben Fatma'mdan vazgeçmem "Eskiden rakı “leylek boynu” denilen kadehlerde sek olarak, ardından bir yudum su alınarak içilirmiş. Günümüzde ise genellikle “limonata bardağı” da denilen bardaklarda içine su karıştırılarak içiliyor. Ender olarak da ince belli çay bardağı “istikan”da tercih edilmektedir. Rakının soğuk içilmesi gerektiği hemen herkes tarafından kabul görmüştür. Bu noktadaki ayrılık ise rakıya buz konup konmaması aşamasında ortaya çıkıyor.

Günümüzde sayıları daha az olan rakıyı sek içenler, rakıyı şişesiyle soğutup (hatta bardağını da ayrıca soğuturlar) yanında yine soğuk ya da buzlu su ile içerler. Rakıyı içine su katıp içenler ise, genelde buz da ilave ederler. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, bardağa rakıyı koyduktan sonra su koymadan buz atmamak gerektiğidir. Buz ile ani temas rakının içindeki üzüm ve anason aromasını veren maddelerin kristalleşmesine ve rakının tadının bozulmasına yol açar. Rakıya su ilave edildikten sonra buz atılması bu durumu daha aza indirir, fakat yine de engellemez. Rakıyı sek fakat içinde buz ile içmek sadece acemilere mahsustur. Rakıya buz atmanın bir sakıncası da, buzun yavaş yavaş eriyip, alınan ilk yudum ile son yudum arasında bazen çok büyük lezzet farklılıkları oluşturmasıdır. İşin uzmanları, “En güzeli yine de rakıyı şişesiyle iyice soğutup, içine su ilave edilecekse bu suyu da soğutarak ve yanında buzlu su ile içmektir” derler.
Rakı, yemek öncesi ve sonrası da içilebilen bir içkidir. Ama bize göre en yakışanı, mezesi ile birlikte yavaş yavaş, sindire sindire içilmesidir. Mideye ve beyne beklenen etkiyi yaptıktan sonra, insan keyiflenir ve güzel sohbetlere koyulur. Hem dinler hem anlatır.
Rakı sofrası, efkarların dağıtıldığı, sevincin ve hüznün paylaşıldığı, zaten temel ilkesi “her şeyi paylaşmak” olan, insanın kendisi ile yüksek sesle düşünerek hesaplaştığı bir ortamdır. Unutulmamalıdır ki rakı sofrası ölçünün asla kaçırılmadığı bir “cemiyet” ortamıdır.
...Rakı sofrasında “demlenmek” ile “sarhoş olma”yı birbirinden ayırt edebilmek gerekir. Bu yüzden rakı içmek özen gerektiren bir iş olduğundan, sadece “içmesini bilenle” içilmelidir ki burası çok önemlidir! Aksi halde keyif eziyete, sefa cefaya dönüşür...Çünkü kendini bilmeyen sarhoşu avutmak dünyanın en berbat işidir. Kemal Tahir ustamız der ki, “Rakı içen herkes kendi ayarını kesinlikle bilir”.
Rakı içerken tadında bırakmayı bilirseniz, ömre bedeldir, en başta da vurguladığımız gibi âb-ı hayattır, yani yaşam kaynağıdır.
Neyzen’e sormuşlar, “Üstat rakı nasıl içilir?” diye...Cevabı kısa olmuş: “Adam gibi”!
A.Nedim ATİLLA İlkçağdan Günümüze RAKI
http://sosyalayrintilar.org/article.asp?a=191
Efe Rakı'yı üreten Elda'nın "meşe fıçıda dinlenmiş" özel rezerv rakısı Sarı Zeybek, iddialı bir lansmanla piyasaya çıktı. Tadı da gerçekten enfes... İşin ilginci, Mercan Rakı'nın yeni çıkan "halk tipi" markası Fasıl da Mercan'dan güzel... Rakılar güzelleştikçe kafalar karışıyor, rakıcılar bir zamanların solu gibi fraksiyonlara ayrılacağa benziyor
Birkaç hafta önce rakı dünyamızdaki hareketlilik hakkında yazmış, "Ne yazık ki yeni çıkan Sarı Zeybek'i tadamadım" diye satırlarımı bağlamıştım. Keşke fırsat bulup onu ve o günlerde çıkan Fasıl'ı da tatsaydım, belki de yazıyı onlar üzerine kurardım... Zira her ikisi de çok güzel rakılar, rakıda yeni bir ayırımı müjdeliyorlar. Türk rakıcılığındaki "Yeni Rakı ekolü"nün dışında yeni bir ekolün doğduğunu gösteriyorlar. Bu ekole, bence "lezzetli rakılar" ya da "gurme rakıları" gibi bir isim takılabilir. Ama bu ayırımı yapmadan, rakının geçmişine göz atıp Yeni Rakı ekolünün nasıl doğduğunu anlamalı...
Rakı aslında iddia edildiği gibi bir Türk içkisi değil. Tüm Balkanlar'da ve Ortadoğu'da yüzyıllardır yapılagelen bir içki. Arnavutluk'ta aynen rakı ismiyle, Makedonya'da "rakiya" olarak, Irak, Suriye ve Lübnan'da da "arak" ismiyle yapılıyor, yudumlanıyor. Rakıyı Osmanlı topraklarında gayrimüslimler üretmiş. Asıl olarak şarap içilirmiş, şaraphanelerde yüklü miktarda biriken atık madde olan üzüm posalarından da İtalyanların grappasına benzer bir alkol damıtılırmış. Tabii bu posa alkolü çok kaba ve ağır tatlı olduğundan, onu içebilmek için anasonla yeniden damıtıp aroma verme yoluna gidilirmiş.
Osmanlı'daki rakı, şarabın artığından bir miktar yapılan, ikincil durumda bir içkiymiş, özellikle rakı diye bir üretim yokmuş. Tabii bu rakının posadan geçen metil alkoller dolayısıyla çok sağlıklı bir içki olmadığını, bir oturuşta bir 35'liğinin içilmediğini de eklemeye gerek yok...
Tekel'le gelen değişimCumhuriyetin kurulmasıyla gayrımüslimler ülkeden göç edip şarapçılık da çökünce, hem şaraba hem rakıya Tekel ile devlet el atmış. Rakıyla şarabın bağı kesilmiş, rakı daha sağlıklı tarzda, üzümün posasından değil, doğrudan üzümden üretilmiş. Rakı fabrikalarının 12 ay damıtım yapabilmesi için de, kuru üzüm tercih edilmiş. Böylece Ege bölgesinden göçen Rumların şaraplık bağlarında Müslüman Türklerin yaptığı kuru üzüm bağcılığının ürünleri de değerlendirilmiş. Ülkenin şeker fabrikalarıyla donatıldığı bu yıllarda, bu fabrikaların pancar küspesi artıkları da bir hammadde olarak belirmiş. Devlet "melas" denen bu küspe artıklarından alkol yapıp bunu da rakıya katarak rakının maliyetini düşürmüş. Bu kurnaz harmanlamanın ürününe de "Yeni Rakı" adı verilmiş.
Böylece, damağı üzüm alkolünün tadına alışık rakı içicisi, yavaş yavaş üzüm tadı hissedilmeyen, melas alkolündeki acımsı tatların da olduğu farklı bir tada alıştırılmış.
Bugün rakıda "Türk damak tadı" dediğimiz işte bu tat. Anason çok fazla değil, üzüm tadı yok, şeker çok az, acımsı çeşniler var.
İşte bu Yeni Rakı tadı, rakının yemek içkisi haline gelmesini de kolaylaştırmış. Üzüm, anason ve şekerin bol hissedildiği aperitif özellikteki bir içkiyle köfte, acılı kebap vb. yiyecekler iyi gitmediği halde, bu Yeni Rakı rakının baskın tadını azalttığı için aperitif özelliğinden çıkıp gece boyu içilen bir içki olarak şarabın yerine sofraya kurulmuş. Türkiye'nin yedi bölgesindeki farklı yemek tarzlarını, farklı damak tatlarını bir ortak paydada buluşturmuş bu yeni tip rakı. Halen piyasaya yeni giren üreticiler de, en çok satılan Yeni Rakı olduğu için bu harmanı esas alıyor ve bu tadı yakalamaya çalışıyorlar. Efe Rakı, Burgaz ve Mercan nüanslarla ayrılsalar da bu ekolün takipçileri.
"Gurme rakıları"Tekel Yeni Rakı ekolünün dışında Altınbaş ve Kulüp'ü de yıllarca üretti ama akşamcıların sevmediği, "tatlı" buldukları rakılardı bunlar. Oysa bir degüstasyonda, uzmanlar arasında en üstün puanları bunlar alıyordu. Çünkü tamamen üzümden yapılıyor, daha çok anason içeriyorlardı. Ancak yoğun lezzetleri, onları aperitif olmaya daha çok yakıştırıyordu. Derken, Tekirdağ rakısı ile taze üzüm tadı daha da önde bir rakı yapıldı. Klasik içiciler bu rakıyı sevmezken, rakıyı arada bir içenler, özellikle sert içkileri susuz içmeyi seven yabancılar buna bayıldılar. İşin ilginci, Efe Rakı ile Mercan'ın "alt sınıf" olarak konumlandırdıkları, daha ucuz fiyatlı Çilingir ile yeni çıkan Fasıl da bu tarza daha yakınlar.
Bu ay çıkan Sarı Zeybek ise, "gurme rakıları"nın şahikası. Meşe fıçıda dinlenmiş Tekirdağ Altın Seri'deki fıçının üzüm tadını ve anason kokusunu bastırması hatasına burada düşülmemiş. Renk çok açık sarımsı, renkte de, koku ve tatta da fıçı asla baskın çıkmamış. Diğer rakılardan farklı olarak Tefenni bölgesi anasonuyla ve iki kere damıtılan rakı için Fransa'dan getirtilen küçük meşe fıçılarda altı ay süren çok hassas bir dinlendirme yapılmış. Sonuçta, dinlenmiş, kaliteli alkolün üzümsü tadı, iyi anasonun kararında kokusu ve dinlendirmenin getirdiği bukeler, harika bir evlilik oluşturmuş.
Türkiye'de belki şimdiye dek tüketiciye sunulmuş en güzel yerli içki şişesi, Selçuklu motiflerinden esinlenilen desenleri, İskoçların yıllanmış malt viskilerinde kullanılan kutuları andıran lüks karton tüpü, insanın egosunu da okşuyor, "Yurtdışına giderken bundan birkaç şişe hediyelik götüreyim" dedirtiyor.
Öte yandan, Mercan Rakı'nın lansmanını Müslüm Gürses'le yapacağı "alt markası" Fasıl da, bence Mercan'dan bir gömlek üstün. Şişesi ve etiketiyle uzoyu da andıran bu rakı, üzüm ve anasonca zengin. Rakıyı acılı ezmeyle, salçaya bulanmış kanat ızgarayla içen Müslüm Gürses fanatiklerinin rakısı değil bence. Nevizade'nin, Kumkapı'nın Rumlardan kalma raconlu meyhanelerinde midye pilaki, fava gibi narin lezzetli mezelerle yudumlanmaya daha uygun.
Rakılarımız çeşitleniyor... Çeşitlilik arttıkça, şimdilik piyasanın acemisi olan firmaların pek de isabetli olarak konumlandırmadıkları ürünleri de gerçek müşterilerini bulacak, rakılarımız arasındaki ayırımlar belirginleşecek herhalde...
Mehmet YALÇINMilliyet, 05.02.2006
http://www.milliyet.com.tr/2006/02/08/pazar/yazyalcin.html
Efe Rakı'yı üreten Elda'nın "meşe fıçıda dinlenmiş" özel rezerv rakısı Sarı Zeybek, iddialı bir lansmanla piyasaya çıktı. Tadı da gerçekten enfes... İşin ilginci, Mercan Rakı'nın yeni çıkan "halk tipi" markası Fasıl da Mercan'dan güzel... Rakılar güzelleştikçe kafalar karışıyor, rakıcılar bir zamanların solu gibi fraksiyonlara ayrılacağa benziyor
Birkaç hafta önce rakı dünyamızdaki hareketlilik hakkında yazmış, "Ne yazık ki yeni çıkan Sarı Zeybek'i tadamadım" diye satırlarımı bağlamıştım. Keşke fırsat bulup onu ve o günlerde çıkan Fasıl'ı da tatsaydım, belki de yazıyı onlar üzerine kurardım... Zira her ikisi de çok güzel rakılar, rakıda yeni bir ayırımı müjdeliyorlar. Türk rakıcılığındaki "Yeni Rakı ekolü"nün dışında yeni bir ekolün doğduğunu gösteriyorlar. Bu ekole, bence "lezzetli rakılar" ya da "gurme rakıları" gibi bir isim takılabilir. Ama bu ayırımı yapmadan, rakının geçmişine göz atıp Yeni Rakı ekolünün nasıl doğduğunu anlamalı...
Rakı aslında iddia edildiği gibi bir Türk içkisi değil. Tüm Balkanlar'da ve Ortadoğu'da yüzyıllardır yapılagelen bir içki. Arnavutluk'ta aynen rakı ismiyle, Makedonya'da "rakiya" olarak, Irak, Suriye ve Lübnan'da da "arak" ismiyle yapılıyor, yudumlanıyor. Rakıyı Osmanlı topraklarında gayrimüslimler üretmiş. Asıl olarak şarap içilirmiş, şaraphanelerde yüklü miktarda biriken atık madde olan üzüm posalarından da İtalyanların grappasına benzer bir alkol damıtılırmış. Tabii bu posa alkolü çok kaba ve ağır tatlı olduğundan, onu içebilmek için anasonla yeniden damıtıp aroma verme yoluna gidilirmiş.
Osmanlı'daki rakı, şarabın artığından bir miktar yapılan, ikincil durumda bir içkiymiş, özellikle rakı diye bir üretim yokmuş. Tabii bu rakının posadan geçen metil alkoller dolayısıyla çok sağlıklı bir içki olmadığını, bir oturuşta bir 35'liğinin içilmediğini de eklemeye gerek yok...
Tekel'le gelen değişimCumhuriyetin kurulmasıyla gayrımüslimler ülkeden göç edip şarapçılık da çökünce, hem şaraba hem rakıya Tekel ile devlet el atmış. Rakıyla şarabın bağı kesilmiş, rakı daha sağlıklı tarzda, üzümün posasından değil, doğrudan üzümden üretilmiş. Rakı fabrikalarının 12 ay damıtım yapabilmesi için de, kuru üzüm tercih edilmiş. Böylece Ege bölgesinden göçen Rumların şaraplık bağlarında Müslüman Türklerin yaptığı kuru üzüm bağcılığının ürünleri de değerlendirilmiş. Ülkenin şeker fabrikalarıyla donatıldığı bu yıllarda, bu fabrikaların pancar küspesi artıkları da bir hammadde olarak belirmiş. Devlet "melas" denen bu küspe artıklarından alkol yapıp bunu da rakıya katarak rakının maliyetini düşürmüş. Bu kurnaz harmanlamanın ürününe de "Yeni Rakı" adı verilmiş.
Böylece, damağı üzüm alkolünün tadına alışık rakı içicisi, yavaş yavaş üzüm tadı hissedilmeyen, melas alkolündeki acımsı tatların da olduğu farklı bir tada alıştırılmış.
Bugün rakıda "Türk damak tadı" dediğimiz işte bu tat. Anason çok fazla değil, üzüm tadı yok, şeker çok az, acımsı çeşniler var.
İşte bu Yeni Rakı tadı, rakının yemek içkisi haline gelmesini de kolaylaştırmış. Üzüm, anason ve şekerin bol hissedildiği aperitif özellikteki bir içkiyle köfte, acılı kebap vb. yiyecekler iyi gitmediği halde, bu Yeni Rakı rakının baskın tadını azalttığı için aperitif özelliğinden çıkıp gece boyu içilen bir içki olarak şarabın yerine sofraya kurulmuş. Türkiye'nin yedi bölgesindeki farklı yemek tarzlarını, farklı damak tatlarını bir ortak paydada buluşturmuş bu yeni tip rakı. Halen piyasaya yeni giren üreticiler de, en çok satılan Yeni Rakı olduğu için bu harmanı esas alıyor ve bu tadı yakalamaya çalışıyorlar. Efe Rakı, Burgaz ve Mercan nüanslarla ayrılsalar da bu ekolün takipçileri.
"Gurme rakıları"Tekel Yeni Rakı ekolünün dışında Altınbaş ve Kulüp'ü de yıllarca üretti ama akşamcıların sevmediği, "tatlı" buldukları rakılardı bunlar. Oysa bir degüstasyonda, uzmanlar arasında en üstün puanları bunlar alıyordu. Çünkü tamamen üzümden yapılıyor, daha çok anason içeriyorlardı. Ancak yoğun lezzetleri, onları aperitif olmaya daha çok yakıştırıyordu. Derken, Tekirdağ rakısı ile taze üzüm tadı daha da önde bir rakı yapıldı. Klasik içiciler bu rakıyı sevmezken, rakıyı arada bir içenler, özellikle sert içkileri susuz içmeyi seven yabancılar buna bayıldılar. İşin ilginci, Efe Rakı ile Mercan'ın "alt sınıf" olarak konumlandırdıkları, daha ucuz fiyatlı Çilingir ile yeni çıkan Fasıl da bu tarza daha yakınlar.
Bu ay çıkan Sarı Zeybek ise, "gurme rakıları"nın şahikası. Meşe fıçıda dinlenmiş Tekirdağ Altın Seri'deki fıçının üzüm tadını ve anason kokusunu bastırması hatasına burada düşülmemiş. Renk çok açık sarımsı, renkte de, koku ve tatta da fıçı asla baskın çıkmamış. Diğer rakılardan farklı olarak Tefenni bölgesi anasonuyla ve iki kere damıtılan rakı için Fransa'dan getirtilen küçük meşe fıçılarda altı ay süren çok hassas bir dinlendirme yapılmış. Sonuçta, dinlenmiş, kaliteli alkolün üzümsü tadı, iyi anasonun kararında kokusu ve dinlendirmenin getirdiği bukeler, harika bir evlilik oluşturmuş.
Türkiye'de belki şimdiye dek tüketiciye sunulmuş en güzel yerli içki şişesi, Selçuklu motiflerinden esinlenilen desenleri, İskoçların yıllanmış malt viskilerinde kullanılan kutuları andıran lüks karton tüpü, insanın egosunu da okşuyor, "Yurtdışına giderken bundan birkaç şişe hediyelik götüreyim" dedirtiyor.
Öte yandan, Mercan Rakı'nın lansmanını Müslüm Gürses'le yapacağı "alt markası" Fasıl da, bence Mercan'dan bir gömlek üstün. Şişesi ve etiketiyle uzoyu da andıran bu rakı, üzüm ve anasonca zengin. Rakıyı acılı ezmeyle, salçaya bulanmış kanat ızgarayla içen Müslüm Gürses fanatiklerinin rakısı değil bence. Nevizade'nin, Kumkapı'nın Rumlardan kalma raconlu meyhanelerinde midye pilaki, fava gibi narin lezzetli mezelerle yudumlanmaya daha uygun.
Rakılarımız çeşitleniyor... Çeşitlilik arttıkça, şimdilik piyasanın acemisi olan firmaların pek de isabetli olarak konumlandırmadıkları ürünleri de gerçek müşterilerini bulacak, rakılarımız arasındaki ayırımlar belirginleşecek herhalde...
Mehmet YALÇINMilliyet, 05.02.2006
http://www.milliyet.com.tr/2006/02/08/pazar/yazyalcin.html

A. Nedim Atilla
Türk İçki Kültürü Yayınları;
İstanbul, 2004,
15.5 x 23.5 cm., 88 sayfa,
Türkçe,
Karton kapak.