Soğan ve kabukları soyulmuş domatesler küp küp doğranır. Biberler ince ince dilinir, maydanozlar kıyılır, cevizler kırılır. Hepsi bir güzel tuz ve zeytinyağı da katılarak harmanlanır. Üzerine arzunuz kadar nar ekşisi gezdirilerek servis edilir. Arzu ederseniz resimdeki gibi servis tabağının kenarına kıvırcık da koyabilirsiniz.
Afiyet olsun.Malzemeler
1 Adet orta boy kuru soğan
5-6 Adet özenle seçilmiş kırmızı, kokulu domates
1/4 Demet maydanoz
1 Avuç dolusu dişe gelir şekilde parçalanmış ceviz
1-2 Adet Sivri biber
Nar ekşisi
Zeytin yağı
Türkiye Şarap Üreticileri Derneği
ve Sevilen Şarapları Yönetim Kurulu Başkanı Coşkun Güner, şarap sektörünü restoran politikalarının daralttığını söyledi. Güner, restoranların, ‘rakının mezesinden, şarabın kendisinden kazanma’ anlayışının şarap sektörünü küçülttüğünü belirtti. Üzüm ve şarapçılığın katma değerinin çok yüksek olduğunu, bu konunun devlet politikası olarak ele alınması halinde ülkeye çok ciddi getirilerin olacağını vurgulayan Güner, “Üzümün, şarapçılığın kaynağı Anadolu, ama o zamanki şarapçılık şu anda Türkiye’de yok” dedi. Güner, Sevilen Şaraplarının babası İsa Güner tarafından 1942 yılında İzmir’de kurulduğunu, bu tarihten itibaren şarap sektörünün köklü bir firması olarak hizmet verdiklerini anlattı. Güner, Denizli’nin Güney ilçesinde 1200, İzmir’in Menderes ilçesinde ise 450 dekarda üzüm yetiştirdiklerini söyledi. Çanakkale, Tekirdağ ve İzmir’de fabrikalarının bulunduğunu ifade eden Güner, 8 bin tonluk üretim kapasitesine sahip olduklarını anlattı.
Güner’in verdiği bilgiye göre Sevilen, yurtdışında Hollanda, Belçika, Almanya, Finlandiya’ya şarap ihracatı yapıyor. Marka
10’a yakın değişik isimde şarap üretimi gerçekleştiriyor.
‘Sofra şarabı olmayalım’
Dünyada şarap satışında ciddi rekabetin olduğunu, Şili ve Güney Afrika şaraplarının çok ucuza satıldığını dile getiren Güner şöyle
devam etti: “Dünya şarapları arasında ancak kalitemizi yükselterek daha çok sofra şarapları tipinde değil de kaliteli şaraplarla, pazarda yer edinebiliriz. Biz de o yönde çalışma yapıyoruz. Sektörün desteklenmesi Türk şarapların dünya platformuna taşır. Tarım Bakanlığı ile şarap sektöründeki firmaların birlikte hareket etmesi lazım.” (aa)
Rakının iki katı
Türkiye’de
kişi başına düşen şarap miktarının bir litreyi bulmadığını dile getiren Güner, şöyle konuştu: ”Türkiye’de şarap üretimi 30-35 milyon litre arasında. Son senelerde büyükşehirlerde şarap evlere girmeye başladı. Marketlere satış yapıyoruz. O bakımdan biraz daha sevinçliyiz. Bir üzüntümüz de şarapların restoranlarda ve otellerde çok pahalıya satılması. Bir şişe rakı 40-50 liraya satılırken şarap 60-70-100 liraya kadar satılıyor. Niye böyle yaptıklarını sorduğumuzda, ‘Rakının mezesinden, şarabın kendisinden kazanıyoruz’ diye savunmaya geçiyor restoran sahipleri. Bu da sektörü daraltıyor.”
RAKI HATTAN: 6 cl Efe yaş üzüm rakısı, 3 damla Martini Rosso. Soğutulmuş rakı ile Martini Rosso bir kap içerisinde karıştırılır. Daha sonra dry martini bardağına dökülür. Kılıç kürdana saplı misket karpuz ile servis edilir.
RAKI TİNİ: 6 cl rakı, 3 damla dry martini. Soğuk rakı ile dry martini bir kap içerisinde karıştırılır. Daha sonra dry martini bardağına dökülür. Kılıç kürdana saplı misket kavun ile servis edilir.
RAKI'N ROLL: 2 cl rakı, 1.5 cl. yeşil elmalı votka, 1.5 cl. Monin fındık şurubu, 1.5 cl. vişne 2 cl limon suyu. Buz dolu shaker'ın içerisine malzemeler konur ve karıştırılır. Büyük martini bardağına süzülür. Süslemesi için ananaslar üçgen şeklinde dilimlenir. Kılıç kürdana kokteyl kirazı ve ananas takılır.
HARMAN DALI: 2 cl rakı, 2 cl. passoa likörü, 1 cl limon suyu, 1 cl. nar şurubu, 1 cl. Monin Irish, 10 cl. kiwi şurubu. Malzemeler karıştırıcıda üç veya dört tane buz ile karıştırılır. Long drink bardağında servis edilir. Elmadan bir büyük bir de küçük kalp kesilir. Büyük kalp elma üzerine küçük kalp elma kılıç kürdan ile tutturulur.
Tüm ölçüler bir bardaklık.
Maximilian J.W. Thomae (39), 13 yıldır Türkiye'de yaşıyor. Heybeliada'da oturuyor. Türkiye ve İstanbul hayranı. Çok iyi Türkçe konuşuyor, ayrıca rakıyı da seviyor. İstanbul Mövenpick Oteli'nin Alman Başaşçısı Thomae, rakı mezelerine alışılmadık tarzlar ekledi. Almanya'da "Professional&Business School Miesbach"da eğitim gören Alman Başaşçı, 22 yıl önce başladığı profesyonel iş yaşamına Almanya ve Avusturya'da devam ettikten sonra, 13 yıl önce Crown Plaza Holiday Inn İstanbul'da çalışmak için Türkiye'ye geldi.Yaratıcı ve yetenekli şef, Türk mutfağında kullanılan malzemelerin ve yemeklerin çeşitliliğinin olağanüstü olduğunu söylüyor ve hemen ekliyor: "Ben Türk hayranıyım. Ayrıca benim dünyaca bilinen ve sevilen Türk mutfağını değiştirmek gibi bir fikrim olmaz, olamaz da. Ben sadece yeni tarzlarla mezeleri günümüze uyarlamak istiyorum. Tabii ki bunlar Türk mutfağının lezzetlerini zedelemeden yapılan küçük modern dokunuşlar oluyor."
Thomae, Avrupa ve Türk mutfağının kombinasyonu ile daha önceleri de birçok ödül aldı. Bir yıl önce şef olarak Mövenpick Hotel Istanbul'da çalışmaya başladı. Geçtiğimiz günlerde Efe 3 rakısının tanıtımı için yeni mezeler üretti. Bu mezeler yine aynı otelin barmaid'i Elif Tosun'un yaptığı rakı kokteylleri ile sunuldu. Tanıtım için yapılan bu meze ve rakı kokteylleri o kadar tuttu ki, şimdi de otelin mönüleri arasına girdi.
Leblebi yapılacak nohut, taş, toprak, çöp gibi artıklardan arıtılır. El eleği ile de boylarına göre nohut ayrımı yapılır ve kavrulur. Tavlama denilen birinci kavurmadan sonra, sıcak olarak, naylon olmayan çuvallara konularak iki gün dinlendirilir. Bu sürede birbirini pişirir.
İkinci kavurma yapılarak yine çuvallarda iki gün daha bekletildikten sonra kuru bir yere serilerek 15-20 gün dinlendirmeye bırakılır. Bu dinlendirme süresiı az olursa, nohut leblebi olunca lezzetsiz olur. Birinci tavlamada yeterli şekilde kavrulmayan nohut son kavrulmada bölünerek kırığı çok olur. Bu kırık nohut tekrar kavrularak kırık leblebi yapılır.
Son tavlamadan sonra, bir teneke nohut alınarak üzerine bir miktar su serpilerek çuvala konulur. Nemlendirilmiş nohut çuvalda bir gün bekler ve üçüncü kez kavrulur. Bu kavurmada nohudun kabukları soyulur.
Bir veya iki gün sonra isteğe göre bu leblebi yeniden kavrularak tam leblebi olur ve yenilecek kıvama gelir.
Evde Leblebi İmalatı

Yeni Rakı, The Global Drinks Marketin yayın organı Impact Databank'in 2009 yılı "Dünyanın En İyi 100 Distile Alkollü İçkisi" listesinde satış cirosu olarak 26, litre satış hacmine göre ise 62'inci sırada yer aldı.
Mey İçki'den yapılan açıklamaya göre, geçen günlerde "International Wine and Spirits Report" tarafından 2009 yılının "Dünyada En fazla Büyüyen Aromalı Yüksek Alkollü İçki Markası" seçilen ve ardından Çin'de lansman gerçekleştiren Yeni Rakı, dünyaca ünlü bira, şarap ve distile alkollü içkiler sektörü için veri analizleri yapan The Global Drinks Marketin 2009 yılı Impact Databank baskısındaki "Dünyanın En İyi 100 Distile Alkollü İçkisi" listesine girdi.
Yeni Rakı, Impact Databank'ın açıkladığı 2009 raporuna göre, küresel pazarda satış cirosu olarak 26, litre satış hacmine göre ise 62'inci sırada yer aldı.
Mey İçki Üst Yöneticisi Galip Yorgancıoğlu, konuya ilişkin değerlendirmesinde, Yeni Rakı'nın Amerika'da geniş bir dağıtım ağı bulunduğunu anımsatarak, şunları kaydetti.
"Avrupa'da, örneğin Almanya'da içki satılan her 100 noktanın 67'sinde, Hollanda'da ise 48'inde yer alıyoruz. Avrupa'da yakaladığımız bu başarıyı, geçtiğimiz günlerde Çin'de bir lansman yaparak Asya'da da yakalamak üzere yola çıktık. Yeni Rakı'yı dünyada hakkettiği yere getirmek için çalışmalarımıza hız kesmeden devam edeceğiz."
http://www.marketingturkiye.com
Bu sene 10'uncu yılım, içki içmiyorum. Oysa çok iyi bir içki içiciydim. Yazları ve baharları balık pazarını, deniz kenarlarını kaçırmayan biriydim. Herkes rakı sofrasında benimle keyif yapmak isterdi. Ama bir an geldi ağzıma içki koyamaz oldum. Zaten ben 40 yıldır meditasyon yapıyorum. 'Secret'lar falan yeni çıktılar ama biz 40 sene önce 'Secret'ı uyguluyorduk zaten. Şu an evrensel enerjide 'beş iki'yim.
Evrensel enerji; bir, iki, üç diye başlıyor, sonra beş, beş iki oluyor, sonra yedi, en yüksek de 11 oluyorsunuz. Ama yediden sonra hayatınızda bir sürü şeyin değişmesi gerekiyor. Mesela beslenmeniz siz istemeseniz de değişiyor, benim içki olayımın bittiği gibi... Birden bire bir dağın tepesine ya da küçük bir deniz kasabasına çekilen insanlar vardır ya; onlar isteyerek yapmıyorlar onu. Öz ruhları istiyor bunu. Ben 'beş iki'de durdum, çünkü dünyadan çok kopmaya niyetim yok.http://www.gazeteport.com.tr
TAPDK verilerine göre, alkollü içki satışlarındaki gerileme, tamamen bira satışlarındaki düşüşten kaynaklandı. 2009 yılının Ocak-Haziran döneminde 485 milyon 319 bin 462 litre olan bira tüketimi, bu yıl 472 milyon 889 bin 185 litreye indi. Bu şekilde bira satışlarında 12 milyon 430 bin 277 litrelik bir azalma meydana geldi.
Rakamlar, vatandaşın bu yıl yüksek alkollü içkilere yöneldiğini de ortaya koydu. Bu yılın ilk yarısında şarap ve rakı başta olmak üzere, viski, kanyak-brendi, cin, votka, likör ve vermut gibi alkollü içkilerin satışlarında artış görüldü.
Geçen yılın 6 ayında 22 milyon 245 bin 231 litre olan rakı satışı da, bu yıl 23 milyon 675 bin 75 litreye yükseldi. Böylece rakı satışlarında yüzde 6,4'lük artış yaşandı ve ülkemizde geçen yıla göre 1 milyon 429 bin 844 litre daha fazla rakı tüketildi.
6 aylık dönemde şarap satışları da, 20 milyon 885 bin 511 litreden 27 milyon 414 bin 174 litreye çıktı. Bu şekilde şarap satışlarında oransal olarak yüzde 31,3, litre bazında da 6 milyon 528 bin 663 litre artış oldu.
Bu dönemde votka satışları da, geçen yıla göre yüzde 19,5 oranında arttı. Votka satışları, 4 milyon 596 bin 216 litreden 5 milyon 491 bin 883 litreye yükseldi.
Likör tüketimi 656 bin 804 litreden 702 bin 254 litreye, kanyak-brendi tüketimi 217 bin 226 litreden 259 bin 878 litreye, vermut tüketimi de 145 bin 997 litreden 187 bin 904 litreye çıktı.
Şampanya satışlarının da arttığı bu dönemde, 94 bin 144 litre yerine, 119 bin 548 litre şampanya patlatıldı.
-GÜNLÜK SATIŞLAR-
Bu yılın Ocak-Haziran dönemindeki alkollü içki satışlarına göre, ülkemizde günde ortalama 2 milyon 964 bin 553 litre alkollü içki tüketiliyor.
Bu rakam birada 2 milyon 627 bin 162 litre, rakıda 131 bin 528 litre, şarapta 152 milyon 301 bin litre, viskide de 6 bin 365 litre olarak gerçekleşiyor.
http://www.stargazete.com

İnternetten cami ziyareti, 'free download Ramazan davulu', oruç sonrasına mahsus masaj aleti... Dileyene Meksika restoranında, dileyene plajda iftar... Hurmalı cheesecake de var, alkolsüz mojito da... Kafalar karıştıkça Ramazan kültürü ve edebiyatı ayrı şenleniyor...
Karagöz ile Hacivat’ı Che Guevara’yla aynı karede, insan sadece camları açık bıraktığı bir gün sabaha karşı rüyasında görür gibi geliyor. Ama yok... İstanbul, Tünel’de hizmet veren Cuba Bar’ın Ramazan ayına mahsus afişinde birlikteler; üstelik daha fazlası da var. Küba caddeleriyle özdeşleşen mavi bir antika otomobil, leziz bir taco, en önde de kızıl yıldız... Cuba Bar’ın işletmecilerinden Taylan Özgür Yalçın, geçen yıl Ramazan’da böyle bir program hazırlamaya cesaret edemediklerini söylüyor. En çok çekindikleri, mekâna gelip giden Küba Konsolosluğu kadrosu olmuş. Sonuçta Castro ve Che fotoğraflarıyla açılan bir web sitesine sahip mekânın konsoloslukla organik olmasa da bir gönül bağı mevcut. Konsolosluğun çeşitli etkinlikleri de burada yapılıyor. Önce iftar programını fazla yerli bulacaklarından endişe etmişler. Ama bu yıl onların da fikre sıcak bakmasıyla fark etmeden ‘devrimci’ bir harekete imza atmışlar.
Bu ay boyunca Yalçın’ın ‘Caribbean’ olarak telaffuz etmeyi tercih ettiği Karayip müzikleri programı bâki. Mönüde de radikal bir değişiklik yok. Geleneksel Küba pilavı Arroz Congri de, picadillo da yiyebiliyorsunuz. Sadece, iftar için hazırlanan yemeklerin hiçbirine Küba mutfağında sıkça kullanılan alkol eklenmiyor.
Alkolsüz meyve kokteyllerini sorarken el artırıp ‘alkolsüz mojito’ yapıp yapmadıklarını sordum. Ben utandım; tabii ki varmış. İsteyene iftar sonrası mojitolar sadece şeker şurubundan...
Peki sahur? Yalçın, “O kadar uzun boylu düşünmedik” diyor gülerek ama Cuba Bar sabah 5’e kadar açık. Castro duymasa iyi olur.
http://www.radikal.com.tr
Yeni yönetimin nispeten özgürlükçü tutumu bu şekilde kendini göstermiş herhalde.Gece saat 21:30 da restorana gittik. Şef Miko pek eğlenceli bir Fas’lıydı. Canlı müzik olarak udi bir abi şarkılar söyledi. 8 çeşit meze ,ara sıcaklar, 37,5 rakı, (Suriye rakıları 75 lik ve alkol oranı % 52,5 ; bizim rakılara göre daha anasonlu, ve lezzetli.) nargile, ayılmak için içilen sayısız mırra, ve Türk asıllı barmenin kavun kokteyllerine toplam 760 SP verdik(1 USD= 53 Suriye lirası,Syrian Pound) Gece otele dönerken epey dolaştık , işportacılarından Jamaika T-şörtü aldım 50 SP defolu. 1 de yattık.
Sabah 8 de kalktık, kahve , çay , Feyruz. Suratsız lezbiyenler dışında otelin bizim kanadında kimse gözükmüyor. Şehre yürüdük, dükkanlar daha açılmamıştı, otogar’a gidip Tartus’a otobüs sorduk, yarın gitmeye niyetliyiz.
http://sandaletliseyahat.blogspot.com/2005/08/temmuz-2005-suriye-notlari-bu-yaz-iin.html
Rakı içinde daha ters, daha sinirli olan babam, onu yabancı bir kedi gibi sokağa atardı.
O içeride rakısını içerken, çocuk kapının önünde oturuyor ve benim dönüşümü bekliyordu. Çevresi kızarmış gözlerini köşeye diker, karanlıktan korkar, beni görünce sevinirdi.
Gündüz verdikleri yemekten her gün biraz artırıyor, yemeği bir kâğıda sarıyor, onu Çan’a yediriyordum.
...
Üvey annem odadan çıktı, küçük balkonda masayı hazırlamaya başlarken: Dersim var, çalışacağım, dersin.
- Bu adamın Allahtan korkusu da yok, dedi.
Rakı içmese, pekâlâ biz de geçiniriz.
Samiha’ya sofrayı hazırlamak için yardım etmesini söyledi. Samiha somurttu:
- Benim dersim var, çalışacağım şimdi. Samiha odalardan birine girdi, çat diye kapıyı
da kapattı. Ben kuru kuruya hıçkırarak Sabriye Hanım’a yardım ettim. Babam bir ara kapıyı açtı ve bağırdı...
Babayani'yle ilgili ilk oluşum Mart 2007'de gerçekleşti. Müzikal yolları geçmiş yıllarda birçok kez kesişmiş olan beş eleman (Suat Aktar, Bülent Karaman, Serdar Erdoğan, Arif Ortakmaç ve Timuçin Okdelen) Babayani'yi oluşturdular. Şarkı yazım ve beste sürecine çok çabuk adapte olan grubun üretim süreci maalesef çeşitli talihsizliklerle sekteye uğradı. Hem eleman hem de sound formatında son halini Kasım 2007'de alan grup ilk sahne performansını da Mart 2008'de Stüdyo Live'da gerçekleştirdi. Aynı yılın Ağustos ayına kadar şarkı aranjman ve sound tespit konularını çözümleyen Babayani, ilk albümünün kayıtlarına başladı. 2009 başında çıkması öngörülen albüm halen mix ve mastering aşamasındadır.
Tarz anlamında, nev'i şahsına münhasır bir sound seçen Babayani, şarkı sözlerinde de insanı olduğu gibi, sazı sözü fazla dolandırmadan, kestirmeden anlatan bir üslup benimsemiştir. Özellikle çekirdek ekibin etrafını örgüleyen renk enstrümanlarının katkısı Babayani müziğini daha da özgün ve keyifli kılmakta. Temalarında genellikle insanın çocukluk, gençlik ve hikmet çağlarını vurgulayan, kaybolmuş değerler, insanlık onuru, fikir özgürlüğü, eşitlik gibi söylemlerin altını çizen Babayani, bunu yaparken yine süssüz, gösterişsiz ve sade bir tutum sergilemektedir. İsminin çağrıştırdıklarını özetlercesine...
http://www.babayani.com/docs/babayani.php?idx=20
Günün birinde, Karşıyakalı bir genç, memur olarak Fatsa'ya atanır. Balığın, özellikle de hamsinin bolluğuna ailecek şaşırırlar ilk günlerde. Konu komşu balıkçı olduğu için her gün hamsi bırakılır evlerine torba torba... Bu yüzden, akşamları yemek mönüsü hemen hemen aynıdır: Hamsi tava, salata ve iki duble rakı... Genç memur, bir akşam eşi Sibel'e:
"Yarın, pazarda ara bakalım, Fatsa'da roka var mı?"der.
Sibel Hanım, ertesi gün pazara gider ve bir yeşillikçinin önünde durur, "İki maydonoz, iki roka" ister. Satıcı:
"Yengecuğum, maydonozu anladum, tamam dur da roka deduğun ha nedur? Yoktur öyle bir ot bizim buralarda" der.
Sibel Hanım, tezgahın üzerinden bir demet rokayı alarak gösterir:
"İşte, var ya... Bu roka!"
"Yok yengecuğum, onun adı kaymakam otu"der satıcı.
Sibel Hanım, sonunda yılların rokasını 'kaymakam otu' olarak alır, düşünceli ve biraz da merak içinde evine döner. Akşam, eşi için hazırladığı yemek masasının tam ortasına, büyük bir kayık tabak içine rokaları koyar, dilimlenmiş limonlarla da süsler. Masaya yaklaşan eşi, rokaları görünce çok mutlu olur, eşine sarılır. Ayların Karşıyaka özlemi, iki demet rokanın görüntüsüyle, tadıyla, aromasıyla bir nebze de olsa giderilmişti. Yanında duran eşine, sevgiyle bakarak:
"Demek ki Fatsa'da da varmış roka... Epey yol kat ederek o da kalkmış gelmiş gurbet ellere bizim gibi... Sanırsam bu roka, balığın olduğu heryere gitmiştir, gidecektir de..."der.
Eşi: "Sen öyle san, bu yediğin roka değil, 'kaymakam otu'ymuş" der mütebessim.
Genç memur, önce şaşırsa da bu isim değişikliğini çok merak eder ve işin doğrusu başlar araştırmaya... Sonunda, işin aslını öğrenir ve mutlu olur.
Yıllar önce sıkı bir Karşıyakalı, kaymakam olarak Fatsa'ya atanmış. O da deniz kenarında olmanın ve balığın bolluğu ile çok mutludur. Gönlü Ege'de kalsa da akşam olunca Karşıyaka'yı yaşamak, gurubu hayal etmek ister ve denize bakan odasında kurduğu masasında, tazecik hamsilerle bir-iki tek atarmış. Bir eksiklik oduğunu hissedermiş zaman zaman sofrasında... Balık tamam, rakı tamam, fakat roka yoktur... Pazarı alt-üst ettirmiş bulamamışlar, sormuşlar soruşturmuşlar bilen çıkmamış rokayı o yıllarda...
* * *
Olacak iş değil diyen genç kaymakam, izin için İzmir'e geldiğinde, doğru Hisar Camii'nin yanındaki çeşit çeşit tohum satan aktarlara gidip iki-üç kilo roka tohumu almış. İzin dönüşü Fatsa'da, önce kendi bahçesinde yetiştirmiş rokayı. Sonra da başlamış yakın çevresine rokanın yararlarını anlatmaya ve de balığın olmazsa olmazı olduğunu söyleyerek demet demet roka vermeye.
Daha sonraları yanında getirdiği tohumları dağıtır eşine dostuna. Derken, roka ilçede aranılan başlıca yeşilliklerden biri olur... Tohumu, tadı, kokusu, rengi aynı olan roka tek bir değişikliğe uğramıştır Fatsa'ya: Adı 'Kaymakam otu' olmuştur... Herhalde bu değişiklik de Fatsalıların vefa duygusundan kaynaklanmış olsa gerek...
http://www.yeniasir.com.tr/Yazarlar/erkin_usman/2010/08/05/balik_raki_ve_kaymakam_otu/
Almanya’da yaşayan barmenler Ahmet Ayberk ve Fatih Akerdem, uzun yıllardır rakı bazlı kokteyller üzerinde çalışıyorlar. Sek olarak pek çok Avrupalının damak tadına hitap etmeyen alkollü içkilerin başka içeceklerle karıştırıldığında zevkle içildiğini gören barmenler, Türklerin ulusal içkisi rakıyı dünyaya kabul ettirmek amacıyla yola çıkarak lezzetli rakı kokteylleri hazırlamışlar. Şimdi Türk rakıseverler de bu tatlarla tanışacaklar… Fatih Akerdem/ Ahmet Ayberk
DOĞAN KİTAPÇILIK
Yayın Yılı: 2009
Kitap Kağıdı
148 sayfa
Dili: TÜRKÇE
'Şarap dışındaki içkiler az içilmesi kaydıyla haram değil' Yaşar Nuri Öztürk bunun İslamın bin yıllık fıkıhı olduğunu söylüyor.
İlahiyatçı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk Hanefi mezhebindeki fıkıhlara göre "şarap dışındaki içkilerin sarhoşluk kaydıyla haram" olduğunu söyledi.
Fatih Altaylı'nın Habertürk'teki Teke Tek programına katılan Öztürk islamda fıkıhların öneminden bahsetti ve İmam-ı Azam'ın devrim niteliğindeki fikirlerinden birini anlattı. İmam-ı Azam'a göre, Hanefilerde şarap dışındaki içkilerin sarhoşluk kaydıyla haram olduğunu söyledi.
10 KADEH İÇTİM 11.DE SARHOŞ OLDUM
Öztürk fıkıh ve kelam bilgini İmam-ı Azam'ın hocası ırak fıkıhının babası sayılan İbrahim El Nehaiye'nin bir anısını şöyle aktardı:
"Nehaiye'ye soruyorlar: " 'Nebiz (şarap dışındaki sarhoş eden içkilerin tümü) içtim' diyor, '10 kadeh içtim, hiçbir şey olmadı. 11. kadehte sarhoş oldum. Şimdi ben 11. kadehten mi sarhoş olacağım, o beni sarhoş eden son kadehten mi?' "O son kadehten' diyor..."
İBN-İ ABBAS DA AYNISINI SÖYLÜYOR
Yaşar Nuri Öztürk aynı anlatıma İbn-i Abbas'ta da rastladığını söyledi ve orada yazılanları da şöyle anlattı: " Bu benim garibime gitmişti. İbrahim El Nehaiye gibi mühteşem bir fakih bunu neden söylüyor? Şaka da olsa söylemez! demiştim. Dün İbn-i Abbas-ı okuyordum. İbn-i Abbas'ı biliyorsun, sahabenin hocası... İbn-i Abbas'ın nebizlerle ilgili fikrini okudum. İbrahim El Nehiye'nin bu tabiri kelimesi kelimesine yazıyor. Orada 10-11 yerine kadeh olarak 9-10 diyor yalnızca. Sahabi gelmiş İbn-i Abbas'a sormuş. "9 kadeh içtim 10. da sarhoş oldum" Demiş ki İbn-i Abbas "Hamr yani şarap Kuran'da ismen haram olduğu için azı da çoğu da haramdır. Şarap dışındaki içecekler nebizgillerdir. Bunlar sarhoşluk kaydıyla haramdır"
ÖZTÜRK: BEN BU FİKRE KATILMIYORUM
Ancak Yaşar Nuri Öztürk hem Nehaiye'den hem de İbn-i Abbas'tan alıntı yaparak anlattığı bu fikre katılmadığını da sözlerine eklemeden edemedi: "Bana sorarsan sen bu fikre katılıyor musun? diye... Ben katılmıyorum. Ben şöyle karşı çıkıyorum: İllete bakıyorum. Hanefilik burada kıyası kullanmamış. Hanefiler Nisa suresinden "sarhoş olduğunuzda namaza durmayınız" ayetinden yola çıkıyor.
SARHOŞ OLMADAN İÇİYORUM DİYENE İSLAM AÇISINDAN KIZAMAM
Ama biri çıkar da bana "iki tek rakı içiyorum, ama sarhoş olmuyorum. Ben hanefiyim. Hanefi fikhının bu fetvasına saygım var" derse, ben bu adamı islam açısından sorgulamayam, ona kızamam. Bin yıllık fıkıh ortada. http://www.internethaber.com/iki-duble-raki-haram-mi--195161h.htm
Geçenlerde bir düğüne giden Kırşehir’in tanınmış tüccarlarından bir hemşerimiz “Biz eskiden her gün düğünde dernekte yer içer, bol bol da kafa çekerdik. Sonra bu alkol işini bıraktık, Hacı olduk, elimizi ayağımızı çektik. Şimdi yine düğünlere gidiyoruz. Hani biz alkol kullanmıyoruz ya, bizim masaya bir soğuk ayran çorbası bırakıp gidiyorlar. Sonra ne arayan oluyor, ne soran oluyor. Ama içki içilen masalara bakıyoruz, her masadan bir görevli el göğüste hizmet ediyorlar. Et-ekmek dizboyu. Ye yiyebildiğin kadar. Şimdi biz de baktık ki olacak gibi değil. Oturur oturmaz soruyorlar ne alırsınız diye. Biz en başta iki büyük Rakı’yı isteyip masaya diktiriyoruz. Ondan sonra izzeti ikramın arkası kesilmiyor. Masa bir güzel donatılınca, Rakıları da masanın altına koyuyoruz. Yemeğin ardından üstüne tatlısını da yiyoruz. Rakılara da dokunmadan masanın altından çıkartıp üstüne koyup kalkıyoruz. Ne yapalım böylece bir ayran çorbasıyla yarı aç masadan kalkmaktan da kurtuluyoruz” diye anlatıyor. http://www.kirsehircigdem.com/haberdetay/839/dugunlerde-butun-ikram-raki-masalarina-olunca!/08-08-2010.html
Trafik kazalarını önlemek için hazırlanan yeni kanun tasarısı ile alkollü sürücülere hapis cezası gelmesi tartışma yarattı. Tasarı kanunlaşırsa 4 bira ya da iki duble rakı içip yakalanan sürücü 1-3 yıl hapis cezası talebi ile yargılanacak.Trafik kazalarını önlemek için hazırlanan yeni kanun tasarısı ile alkollü sürücülere hapis cezası da öngörülmesi tartışma yarattı. Tasarı kanunlaşırsa, bir saat içinde, 4 bira ya da iki duble rakı içip yakalanan sürücü, 1-3 yıl hapis cezası talebi ile yargılanacak.
İçişleri Bakanlığı yeni hazırlanan Karayolları Trafik Kanunu tasarısında alkollü araç kullananlarla ilgili değişikliğe gidiyor. Tasarı ile 1,01 promil ve üzeri alkollü yakalanan sürücülere hapis öngörüyor. Yeni tasarı ile 1,01 promil alkollü yakalanan sürücü hakkında ‘’Trafiği tehlikeye düşürmek' suçundan 1-3 yıl hapis cezası istemiyle kamu davası açılacak.
Mevcut Trafik Kanunu, üç kez alkollü araç kullanırken yakalananlar hakkında 6 ay hapis cezası öngörüyor. Denetimlerde ilk kez 0,50 promil ve üstü alkollü çıkan sürücülere 548 lira, ikinci defada 687 lira para cezası uygulanıyor. 3 ve 3'ten fazlasında ise bin 101 lira ceza kesiliyor ve 6 ay hapis istemiyle dava açılıyor. Alkollü araç kullananlara ayrıca 20 puan cezası uygulanıyor ve ehliyetleri birinci defada 6 ay, ikinci defada 2 yıl, 3 ve 3'ten fazlasında ise 5 yıl geri alınıyor. 2 BİRA YASAL SINIR
Yetkililer mevcut kanun uyarınca bir saat içinde içilen iki biranın, yasal sınır olan 0.50 promili oluşturduğunu ancak bunun kişinin vücut yapısına göre değişeceğini belirterek şunları söylediler:
‘’’50 kilo ağırlığındaki bir kadın, iki saatte iki şişe bira içerse, kanındaki alkol, en fazla 0.59 promil’e kadar yükselir. Bu da yasal sınır olan 0.50’yi geçer. Ama 80 kiloluk br kadında aynı oran, en fazla 0.29 olur. 50 kiloluk bir erkek, iki saatte, iki bira içerse, kanındaki alkol 0.46’ya çıkar. 80 kiloluk erkeğinki ise ancak 0.21’e ulaşır. İki biranın ya da iki duble rakının bir saat içinde içilmesi ise yasal sınırın aşılmasına ve yeni tasarı ile gelecek 1.01’lik promille ,hapis cezasını doğurur’’ (GAZETEPORT) http://www.gazeteport.com.tr/GUNCEL/NEWS/GP_735232
Eski Yugoslavya bölgesinde ve daha yukarılarda, ama en çok Sırplar ve Bulgarlar ve Çekler tarafından yapılıp içilen bir çeşit içkidir. Yapanlar adına slivovice, slivovits, slivovka, sljivovica, sljiva ya da rakija derler. Bir zamanlar balkanlarda bulunan manastırlarda rahipler tarafından üretiliyordu.Üretiminde erikle birlikte 40 çeşit şifalı bitki kullanılırdı.Günümüzde de 2 şekilde üretiliyor. Geleneksel ve otlu.kullanılan bitkiler de ısırgan otu,oğul otu, yabani kekik, nane ve fesleğendir.
Bir Paskalya gecesi... Silivri kökenli bir Ermeni ailesinin, inanılmaz farklı köklerden gelen insanları misafir ettiği mükellef donatılmış sofrası... Rakı sofrası dendi mi aklına gelecek her çeşit meze ve hatta evde pişirilmiş topik, midye dolma, en alasından zeytinyağlı yaprak sarması, lokum gibi bir lakerda. Bir de insanın ne vakit bitirdiğini anlamadan içtiği o erik rakısı... O akşam masada bulunan her lehçeden, her dilden insanın gönlünden kopan ne kadar Anadolulu, İstanbullu, Trakyalı name varsa, onlar da cabası... Sayan parmaklarıma inanamadan tüketilmiş yedi duble. Ve ayağa kalktığımda beni taşıyamadıklarını hayretle farkettiğim bacaklarım...
Yazının tamamı için:Alef Berfin http://www.derki.com/index.php?option=com_content&view=article&id=2015:yine-mi-guzeliz-yine-mi-cicek&catid=69:sayi-37&Itemid=100135

Başbakanlık’a bağlı Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı, yabancı yatırımcılara Türkiye’nin ‘yeme-içme kültürü’nü tanıtırken kullandığı ‘ulusal içkimiz rakı’ ifadesindeki ‘ulusal’ sözcüğünü çıkararak ‘alkollü içeceklerden rakı’ şeklinde değişiklik yaptı. Bu içkilerle ilgili ifadeler, kurumun web sitesinde önceden şu şekilde yer alıyordu: ‘Türkiye’nin ulusal içkisi rakıyı da deneyebilirsiniz. Ayrıca şarap kültürü de Türkiye’de önem kazanmaktadır. Şarap butiklerinde değişik seçimler yapmak mümkündür. Batı dünyasına 16. yüzyılda Türkler tarafından tanıtılan ünlü Türk kahvesi sadece bir içecek değil aynı zamanda da bir gelenektir.’ Bu ifadeler, yaklaşık 1 yıldır güncelleme çalışmaları süren web sayfasında şu şekilde değiştirildi: ‘Alkollü içeceklerden rakının yanı sıra, şarap kültürü de önem kazanmaktadır. Kendine özgü bardağı ile günün her saatinde içilen çay…’
Kurumdan ise, rakının önündeki ‘ulusal’ ifadesinin kaldırılması konusunda ‘kasıt yok’ açıklaması geldi. AKŞAM’ın konuyla ilgili sorusunu yanıtlayan kurum yetkilileri, ‘Rakının önündeki ulusal ifadesinin yeni bilgilerde yer almamasının özel bir anlamı yok. Sadece bilgileri düzenleyen editörlerin yaptığı ve herhangi bir özel anlamı olmayan işlemlerdendir’ açıklamasını yaptı.

Geçen gün İstiklal Caddesi üzerindeki bu binanın önünden bir arkadaşımla beraber geçerken, arkadaşım apartmana bakıp şöylemesine bir soru sordu:
“Ruhunu şad edelim mi ?”Ben de şöylemesine bir cevap verdim:
“Daha öncede ettik ama bir kere daha edebiliriz”Ve ekledi arkadaş:
“Fazlası göz çıkarmaz”Ve soluğu Nevizade’de aldık, bir de 70' lik rakı söyledik tabi.
Başladık
“ruh şad etme” muhabbetine.
Ragıp Paşa’nın İslamcıların yere göğe sığdıramadığı Abdülhamit’in en has adamlarından, biri belki de birincisi olduğundan bahsettik.
Çünkü Abdülhamit’in başa geçtiği 1876 dan, tahtan indirildiği 1908 e kadar tam 32 yıl Abdülhamit’in mabeyncisi olmuştu.
1909 da İttihatçılar Abdülhamit’i Selanik’e sürgüne gönderince, Abdülhamit’in bu en has adamına kıyak geçeçek değillerdi. Onu da Midilli’ye sürmüşlerdi.
Birkaç yıllık sürgün hayatından sonra da İstanbul’a geri döndü. 1920′de de yakalandığı mide kanserine yenik düştü.
Neden mide kanserine yaklandığına dair elimizde net bir bilgi yoktu. Ama biz tahminde bulunmayı ihmal etmedik..
Ağız birliği etmişcesine, “
Rakıdandır rakıdan“ deyip kadehleri tokuşturuverdik.
O gördüğümüz binada da demlenmişti muhakkak. Çünkü apartman Ragıp Paşa’nın apartmanıydı. Ve Ragıp Paşa da oldukça içkisever bir zattı.
Hatta bizim gibi rakı severlerin, rakı adını duyunca deyim yerindeyse bitenlerin gönlünde taht sahibiydi Ragıp paşa.
Bilenler bilirler, evde üretilen rakıya boğma derler,
boğma rakı. Osmanlı’da ve bu topraklar da Ragıp Paşa’ya kadar rakı evde üretilirdi. Üretenlerde Rumlar,Ermeniler gibi gayrimüslimlerdi. 1880 ler de Ragıp Paşa Umurca’da(Kırklareli) ilk rakı fabrikasını açınca işin rengi de cinside değişiverdi.
Yani bu topraklarda rakının evden çıkıp fabrikada üretilme serüveni
Ragıp Paşa ile beraber başlamıştı. Eğer bugün rakıdan dünyaca ünlü ansiklopediler
“Türk içkisi” diye bahsediyorsa, ve rakı Türk erkeklerinin bir numaralı damak tadını oluşturuyorsa, Ragıp Paşa’nın bunda payı büyüktü.
Şad olsun ruhun Ragıp Paşa.
Şad olsun.
Not: Ragıp Paşa, apartmanını 1900’lerin başında, İstiklal Caddesi üzerinde ki en güzel Art Nouveau örneklerinden biri olarak yaptırır. Apartmanın giriş katında bugün M&N Cafe bulunmaktadır.http://www.hayalleme.com
Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul’un tanıtımına rakı ve ayranı da ekledi. Bakanlık rakıyı, “Aperatif olarak kuru yemiş veya kavun ve beyaz peynirle yemek süresinde çeşitli meze çeşitleriyle alınabilir” diye tanıttı.
Bakanlığın internet sitesinde, İstanbul’un mutfağı da tanıtılarak özetle şu bilgiler verildi: “İstanbul’da çeşitli ulusların lokantaları mevcuttur. Fast-food, hızlı atıştırma servisi veren çok sayıda mekan mevcuttur. Ancak lezzetli yöresel yemekler tipik lokantalarda tadılır."
Adana’da her Pazar sabahı, saat beşten itibaren başka yerde bir benzerine rastlayamayacağınız bir çarşı kurulur. Kazancılar’dadır bu çarşı…iğerciler veya Kebapçılar olarak bilinen bu etkinliğin müdavimleri arasında, sıradan bir insandan, bir kent yöneticisine, ufak bir çocuktan yaşlı bir hanımefendiye kadar yayılan çeşitlilikte insanlar bulunur.
Öğle sonuna kadar kebap yer, içki içer, eğlenirler… Kafasına rakı bardağını yerleştirerek akrobatik danslar yapanları mı ararsınız, yoksa Adana’nın sıcakkanlılığını ele verecek kadar yüksek sesle yapılan şakalaşmaları mı?
Aralarında hanımların da olduğunu unutmadıklarını, bu şakaların yakasını kapatarak anlatmalarından anlarsınız.
Adanalı bu… Yemek onun için bir karın doyurma yöntemi değil, yaşamdan zevk almasını sağlayan bir kültür faaliyetidir… Yemek masalarında konuşulan şeylerin altında zengin bir geçmiş yatar…
İşte böyle bir sohbette öğrendim Adana Kebabı’nın öyküsünü…
Adana Kebabı denilince akla gelen ilk isimlerden “Asmaltı” nın kurucularından Rahmetli Bekir Uslular’la sohbet ediyorduk. Asmaaltı’nı ilk kez babası kurmuş… Zaman zannederim cumhuriyet kadar eski. Zaman eski olsa bile, birçok önemli kişi sadece Kazancılar’da kebap yemek için bile Adana’yı ziyaret ederlermiş.
Bekir Amca’ya sormuştum…
“Her şehirde artık kebap lokantası var, niçin Adana’daki kebabın tadı başka bir yerde olmuyor”
Cevabın da klasik olacağını zannediyordum…
“ İsmi üzerinde… Adana Kebabı… Torosların çiçek kokan meralarında otlanmış kuzu eti lazım… Üstelik koyunun erkek olması da gerekli… Koyun erkek değilse, dişiye özgü hormonlar yapılan şeyin kebap değil, köfte olmasına neden oluyor.” .
Bekir Amca bunları anlatırken, efsanevi Adana kebabı ustası Sağır Sülo’nun, “Zırh” ile çekilmemiş etten yapılacak kebabın tadının olmayacağını söylediğinden de bahsetmeden geçmiyor.
“Zırh ile çekilmek” ne demek?
En iyisi ben önce bir “Sağır Sülo”dan bahsedeyim, sonra bu konuya geliriz.
Hani başta Kazancılar deyip durduk ya… İşte Adana Kebabı denilen namı dünyaya yayılmış o kebap ilk kez bu çarşıda yapılmış. Bir yerde kaydına rastlamadım ama, kulaktan gelen bilgilerin güvenirliği kadar doğru söylüyorum, kebabı ilk yapan da bu “Sağır Sülo”nun dedesiymiş. Belki de dedesinin babası… Sağır Sülo zannederim, renkli kültüre sahip Nusayri bir aileden geliyor. Çünkü Adana Kababı’nın özelliklerine bakınca, bu kültürün izlerine rastlıyorsunuz.
19. asırın, hangi yılında bilemem ama ikinci yarısında bir yıl olmalı, bu Sülo’nun dedelerinden biri, günümüzdeki Tarihi İstanbul Lokantası’nın olduğu yerde, ilk kez Adana Kebabı’nı halka arz etmiş. Adana Kebabı’nın İstanbul isimli bir lokantada arz edilmesi ironiktir. Ama o dönemde İstanbullu gibi yaşamanın, gelişmişlik kriteri olduğunu düşünürseniz, ilk kez masalarda yemek yenilen bir yere İstanbul isminin verilmesini yadırgamayabilirsiniz.
Belki de Sağır Sülo’nun dedesi sadece Pazar günleri kebap partisi yapıyordu ki, o günden beri her Pazar, Kazancılar Çarşısı’nda ocakbaşıları açılır, kebap yenir, rakı ve şalgam ile kebaba cila çekilir.
Gelelim “Zırh ile çekilmek” tabirine…
Kebabcının usta olduğu, pişirirken kıymanın kömür ateşine düşmemesinden anlaşılır. Çünkü ateşin ısısı (ve tabi ki köz olup olmaması) ve kıymanın şişe yapışmasını sağlayan yağının miktarı kebabın tadını veren ana unsurdur. Eğer pişerken et ateşe düşmüşse, bunlardan birinin dozu ayarlanamamış demektir. Dolayısıyla kebabın da tadı olmayacaktır.
Zırh dediğimiz şey ise, pala benzeri bir şeydir. Tahtanın üzerine konulan sinirsiz et, iki ucundan iki elle tutularak oynatılan bu bıçakla kıyma haline getirilir. Buna “zırh ile çekilme” denir. Ve etin çift çekilmiş olması gerekir. Eğer eti zırh yerine makine ile kıyarsanız, hem makinede bir önceki işlemden kalan uygunsuz et kebabın tadını bozacaktır, hem de makine kıymasının biçimi şişe tutunmaya uygun değildir. Üstelik zırhla kıyma sırasında, ortaya çıkan sinirler etten temizlenebilmektedir.
İşte Adana Kebabı dediğimiz markanın öyküsü bu… Kazancılar’da hala ilk günkü gibi çalıp oynamalı kebap partileri devam ediyor. Eğlenmiyorsan eğer Adana Kebabı yemene gerek yoktur zaten… Çünkü o doymak için değil, yaşamak içindir…
Şimdi anladınız mı? Niye Adana Kebabı, sadece Adana’da yenilir…
Dr. S. Haluk Uygurhttp://ortopediart.com

Balıkları temizlenir, kıyılmış havuç, maydanoz ve defne yaprağı ile tuzlu suda 30 dakika haşlanır. Beri tarafta halka halka doğranmış soğan, pırasa, kıyılmış 4 diş sarmısak, kekik, safran, salça, ince şeritler halinde kesilmiş portakal kabuğu yağda 15 dakika kavurulur daha sonra rakı ve tuz eklenir. Karışım kaynamakta olan balığın içine ilave edilir. Yaklaşık 15 dakika kaynatıldıktan sonra doğranmış domates ilave edilerek bir taşım kaynatılıp ocaktan alınır. Bir diş sarmısak ezilir, mayonezle karıştırılır. Kızarmış ekmeklerin üzerine sürülerek çorbanın üzerine konur. Çorba servise sunulur.
Malzemeler:
2 kg beyaz etli balık
1 kuru soğan
1 havuç
2 defne yaprağı
1 demet maydanoz
2.5 litre su
4 yemek kaşığı zeytinyağı
2 taze soğan
2 pırasa
5 diş sarmısak
2 domates
1 yemek kaşığı salça
1 çay kaşığı safran
1 çay kaşığı kekik
6 dilim ekmek
1 yemek kaşığı mayonez
1 yemek kaşığı rakı
2 portakal kabuğu
Tuz, karabiber
http://www.modayemek.com