Türkler'in 300 yıllık keyfi: Rakı
EBRU SUNGUR
İlk kez nerede, kimler tarafından üretildiği kesin olarak belgelenememekle birlikte rakının 300 yıl kadar önce Osmanlı topraklarından doğduğu dünyada kabul görmüş bir görüş. Rakı üretimi 1926 yılında Tekel'in tekeline girdi. Deniz Gürsoy, "Çilingir Sofrasında Rakı" kitabında rakının yakın tarihine ilişkin şu bilgileri veriyor:
"İnhisarlar Dairesi, yani 'Tekel'in kurulduğu yıllarda ülkemizde bandrol ödenerek özel sektör rakısı olarak şu rakılar satılmaktaydı: A Rakısı, Bahçe, Memur, Olgun, Bülbülce, Edremit, Sevim, Çamlıca, Mürefte, Sümer, Bilecik, Adalar, Efe, Elif, Keyif, Hanım, Zarakosta, Çavuş, Alem, Dem, Dimitroeopulo, Baküs, Stafilino, Bülbül, Sakız, Fertek, Ankara, Üzüm Kızı, Ruh, Jale, Filurya. Denizkızı, Erdek, Umurca rakıları ise 1880 - 1900 arasında satılmaktaydı. Bu rakıların Sakız Rakısı hariç diğerleri sadece anason içeren düz rakı yani 'Duziko' idi. Sakız Rakısı'nın ise içinde sakız bulunuyordu ve Bozcaada'da imal ediliyordu. İçinde sakız bulunan rakı türüne 'Mastika' deniliyordu."
Şu anda piyasadaki Yeni Rakı, Altınbaş, Kulüp, Tekirdağ ve Efe rakıları ise üzümden üretiliyor.
Gönül muhabbet ister...
Tercihe göre sek ya da sulandırılarak içilen rakının soğukluğunun 8 - 10 derece olması önerilir. Rakıyı soğutmak için önce soğuk su, ardından da isteğe göre buz eklenir. Bir bardak rakıdan hep aynı tadı almak isteyenler ise rakıya buz koymak yerine bardağı kırılmış buz dolu bir kaseye koyarlar.
Bir sofra içkisi olan rakı özellikle beyaz peynirle, kavunla, balıkla, etle, soğuk - sıcak mezelerle, kısacası Türk mutfağındaki hemen her yemekle iyi gider de, asıl olmazsa olmazı sohbettir. Dostlarıyla guruba karşı çilingir sofrasında yavaş yavaş demlenmeye başlayan tiryakinin keyfine diyecek olmaz, alaturka şarkılar da tamamlar muhabbeti.
Rakı içmeyi Atatürk'ün de sevdiği herkesçe bilinir. Ata'nın akşam sofraları meşhurdu. Dostlarının yanı sıra, bakanları, milletvekillerini, gazetecileri, kumandanları sofrasına davet ederdi. Rakı, sofrasında elbette bulunurdu, ancak 1920'den ölümüne kadar yanında yer almış Kılıç Ali'nin deyimiyle, "Atatürk'ün sofrası bir yemek sofrası, bir içki sofrası, bir eğlence sofrası değil, bir nevi akademi, adeta bir nevi dershane idi." Falih Rıfkı Atay ise Atatürk ve rakıyla ilgili bir anısını şöyle anlatıyor:
"Ahmet Rasim'in hikayesi idi bu. Yeşilay Derneği'nin bir toplantısında konferansçı sorar, 'Sevgili dinleyicilerim, bir eşeğin önüne bir kova su, bir kova rakı koysanız hangisini içer?' Hemen biri cevap verir: 'Tabii suyu.' 'Neden?' Bir keyif ehli de orada imiş. İkinci cevabı o verir: 'Eşekliğinden!..' Atatürk bu hikayeye bayılırdı. Sık sık tekrar ederdi. Bir akşam Çiftlik'te eski küçük köşkün önünde oturuyordu. Uzakta duran bir işçi çocuğu bizi seyrediyordu. Atatürk, 'Gel çocuğum buraya' dedi. Çocuk sofraya yanaştı. Atatürk sordu: 'Bir eşeğin önüne bir kova su, bir kova da rakı koysalar hangisini içer?' 'Rakıyı efendim' demesin mi! Atatürk gülerek, 'Aman neden olduğunu sormayalım' demişti."
http://www.milliyet.com/2004/08/31/business/bus06.html