Rakı neşeleniyor
Yaklaşık yarım asır boyunca üç tip rakıya mahkum olan Türk halkı, rakının özelleşmesinin ardından yepyeni tatlara kavuştu. Yaş üzüm rakısı ve fıçıda sarartılmış rakının ardından, kim bilir daha neler gelecek...
Seksenli yıllardı. Tekel yöneticileriyle beraber, Türkiye'nin en modern rakı damıtımevi olmasıyla övündükleri Nevşehir Rakı Fabrikası'nı geziyorduk. Rakıları tattıktan sonra bir ara alkollü içkiler müessese müdür yardımcısına, "Niye sadece yaş üzümlerin alkolünden bir rakı yapmıyorsunuz? Çok daha lezzetli, yumuşak olmaz mı?" diye sordum. Müdür bey pek kendinden emin bir ifadeyle, "Olmaz" diye kestirip attı: "Rakıda alkol mühim değil. Alkol nasıl olursa olsun, önemli olan anason. Anason alkolün tadını bastırdığı için böyle şeylere lüzum yok." Yanımdaki diğer Tekelciler de müdürlerini onayladılar, konu kapandı. Geçtiğimiz günlerde Efe Rakı'nın "sınırlı üretim" olarak çıkardığı "yaş üzüm rakısı"nı tadıp rakının boğazımdan "kaymak gibi" akışıyla mest olurken, bu konuşmayı hatırlamadan edemedim.
Türkiye'de rakı uzun yıllar devlet eliyle, "totaliter" bir Doğu Bloku ülkesi zihniyetiyle üretildi. Amaç insanlara yeni tatlar sunmak, lezzet çeşnileri yaratarak yaşama sevincini artırmak değildi. Rakı denen bir içki türü vardı, bunun en az maliyetle üretilmesi ve büyük kârlar ile vergiler alınarak Hazine'ye para kazandırılması önemliydi. O yüzden Türkiye şeker fabrikalarının şeker üretiminin ardından elinde kalan pancar küspesi artıklarından çekilen berbat alkol Tekel tarafından alınıyor, doğru dürüst arıtılmadan kuru üzüm alkolüyle karıştırılıp anason tohumuyla yeniden damıtılınca, küspenin kötü tadı gizleniyordu. Rakının kuru üzümden üretilmesinin de tatla bir ilgisi yoktu; yaş üzüm 12 ay bulunamayacağı için rakı fabrikaları devamlı çalışsın diye, depolanabilen kuru üzümden rakı yapılıyordu.
Özelleşme beraberinde güzelleşme getirdi
Rakı üretimi özel sektöre açılınca, rekabet de başladı ve rakı tiryakilerinin yeni tatlardan hoşlanabilecekleri düşünüldü. Gerçi bu da fazla iyi niyetli bir yaklaşımdı, zira rakıcılar aralarında bol miktarda "ilerici" aydın olsa da, damak tadında çok tutucuydular. Nitekim Tekel'in yaş üzümden yapmayı denediği ilk Tekirdağ Rakısı "Bu rakı fazla yumuşak. Şerbet gibi içiliyor, Yeni Rakı'daki gibi bir 'durma mekanizması' yok" diye Tekel'e şikâyet edildi, baskılar üzerine Tekel'in emriyle Tekirdağ Rakısı'nın tadı bozularak Yeni Rakı'ya benzetildi. Yine özel sektör riski aldı ve iki yeni çeşit rakı çıkardı. Bunlardan Efe'nin yaş üzüm rakısı, yıllar önceki hayalimdi, hakikaten enfes. Tıpkı Almanların snops içmeleri gibi yüksük kadehte iyi soğutularak sek bile içilebilecek yumuşaklıkta. Tadı üzüm üzüm. Mey'in "Altın Seri" Tekirdağ Rakısı ise "Ben şoförümün, odacımın içtiği içkiyi içmem" diyecek yüksek gelir ve statü sahiplerinin hoşuna gidecek "lüks" bir rakı. Fikir güzel, ambalaj harika ama bence altı ay meşe fıçıda durmak anason kokusunu biraz geriye çekmiş. Süt beyazı olmaması, suyu katınca sarımsı beyazlanması da alışılması zor bir görüntü.
Yine de iki firmayı da, tutucu bir kesime sundukları bu yeniliklerden dolayı tebrik etmek lazım. Umarız, denemelerin gerisi gelir, Koç-Tariş grubunun da piyasaya girmesiyle hoş kokulu misket üzümü rakısı, buruk Boğazkere rakısı, sakızlı Mastika gibi yeni denemelerle rakıcıların seçenekleri çoğalır. Tabii rakı tutkunlarının da yeni tatlara açık olmalarıyla...
myalcin@turk.net
Milliyet Pazar
17.07.2005